22 Nisan 2011 Cuma

Such a long time innit?

Selam blog.


Uzun zaman oldu hakikaten seni hatirlayamayali. Evlendim, bir tane de cocugum var artik. Her sey ne kadar cabuk degisiyor degil mi?

Aslinda daha makbul bir seyler yazmak isterlim lakin nereden baslayacagimi, nasil toparlayacagimi bilmiyorum...

Hatirlamak bile bir baslangic sayilir.Belki gorusuruz kisa zaman icinde.


29 Ocak 2009 Perşembe

RocknRolla


-Piyanonun ucundaki Virginia tütünü sigaraları görüyor musun?
-Evet.

Hayat hakkında bilmen gereken her şey bu dört duvar arasında muhafaza edilmiştir.Kişiliklerinden birinin, büyüklük yanılsaması tarafından ayartıldığını fark edeceksin.
Üzerinde kraliyet nişanı olan altın paketli uzun sigara.Cazibe ve servetin çekici bir dolaylı anlatımı.Sigaranın aslında senin asil ve sadık arkadaşların olduğuna dair kurnazca bir öneri.Ve bu, Pete, bir yalandır.

Diğer kişiliğin senin dikkatini tartışmanın diğer yönüne çekmeye çalışıyor.Sıkıcı, kalın, siyah beyaz harflerle yazılmış olan ve ölümün bu mazbut, minik askerlerinin, aslında seni öldürmek istedikleri ifadesi bulunur.Ve bu, Pete, gerçektir.

Güzellik ölümün aldatıcı bir çağrısıdır ve ben de onun o çığlığının tatlı perdesinin bağımlısıyım.Tatlı başlayan şeyler acıyla bitermiş.Ve acı başlayan şeyler de tatlılıkla bitermiş.İşte sen de, ben de uyuşturucuları bu yüzden seviyoruz ve aynı zamanda bu yüzden o tabloyu geri veremem.

Şimdi, lütfen, bana bir ateş ver.

12 Kasım 2008 Çarşamba

Külotlu Çorap! Bir öğretmenin anatomisi.

Şimdi Okullu Olduk
Sınıfları Doldurduk
Sevinçliyiz Hepimiz
Yaşasın Okulumuz

Bu dörtlük kadar yalan-dolan bir şey bilmiyorum şu hayatta. İlkokula başlayan çocuklar "ilk gün travması" yaşarlar, bu kesin. Okula ilk adım atıldığından itibaren başlayan huzursuzluk ve gözyaşları, sümüğün burundan ağza doğru yol yaptığı o acayip an ile simgeselleşir. Acaba Freud bu konu hakkında da uydur-kaydır bir tespit yapmışmıdır? Neyse...

1989 sendesinde Ulubatlı Hasan İlkokulu 1-A sınıfında Yıldız Selçuk'un öğrencisi olan o şanslı çocuklar bu travmayı olabilecek en zararla atlattılar hiç şüphesiz. Sınıfta yaşanan şamata içeri melek siluetinde bir kadının girmesi ile son buldu.6-7 yaşlarındaki bir grup çocuk olarak, meleğin ağzından çıkan ilk ses ile birlikte bir çeşit meditasyona maruz kaldık sanıyorum. Özellikle benim, annem ve en büyük halamdan başka hiç bir "büyük" kadına hissedemediğim bir şey. O da beni ayrı sevdi nedense... Sonradan, okul yılları boyunca aldığım tek olumlu belge olan bir kâğıt parçasını imzalayıp elime tutuşturdu."Okuma ve Yazma derslerinde gösterdiği üstün başarı nedeni ile bu belgeyi Gadee'ye veriyorum." O kâğıt parçası eve gittiğinde babamın yüzünde beliren anlamsız mimikleri dün gibi hatırlıyorum...

Tanrı ile ilk kavgamı 3. sınıfa geçtiğimde yaşadım. Melek hastalanmış, yerine şeytan vekillik etmeye başlamıştı. Sonra melek bu işleri daha fazla yürütemedi, şeytan tam zamanlı olarak işe başladı. Türk filmi gibi yani... O dönemde şeytan ile ilgili çok net hatırladığım 3 olay var;

İsmi Ebru Gündeş olan kısa boylu çirkin bir kız çocuğu bizim okula gelmiş, bizim sınıfa girmiş, Özay isimli şeytanın elini falan öpmüştü. Meğersem Ebru ünlü bir şarkıcıymış ve Özay'ın eski öğrencisiymiş. Ulan bizim çocukların sınıf arkadaşımız olan güzeller güzeli Duygu Nas dururken bu kadından niye imza istediklerini hala anlamamışımdır. Birde Ebru Gündeş'in o ziyaretinde bana "sen büyüyünce gazeteci olursun" dediğini. Unutmadan ben ilkokuldayken bu kadın ünlüydü saçlarım beyazlayacak hala ünlü. Ne kadar ilginç anuna goyum ya!

Unutamadığım 2. hatıram ise yukarıdakinden acıklı(!) 5. sınıfa giderken Özay hoca Teşekkür-Takdir belgesi vereceği çocukları pencere kenarına konuşlanmış kürsüsünden seçiyordu. Ben bir şey beklemediğim için anahtarlık şeklindeki tetrisim ile uğraşıyorum. Takdir verilenler hede, hödö... Teşekkür verilenler hede, hödö, bir de Gadee... Hakikaten sevinmedim, belki de sevinemeyecek kadar şaşırdığımdandır. İyi ki sevinmemişim zaten. Bir anda Mertcan denen orospu çocuğu ağlamaya başladı hiç bir belge alamadığı için. Ertesi günde okula annesi geldi öğretmenle konuşmak için. Öğretmen sınıfa girdi ve Mertcan'ın aslında bu belgeyi almayı hak ettiğini aramızdan birinin Teşekkür belgesini iptal edip Mertcan'a vereceğini anlattı. Teşekkür için ismi geçen çocukların içlerinden "lütfen benden almasın Allah’ım" diye dua ettiklerine eminim. Yaşadıkları korku yanaklarındaki kızarma ile fiziki bir belirtiye dönüşmüştü çoktan. Olayı sallamayan tek bünye hakikaten bendim ve piyango ilahi adalet neticesinde bana çıktı. Yalanlamayacağım içimden Mertcan'a orospu çocuğu dedim ama. Teşekkür verilmeyen çocuğuna Teşekkür verilmesi için okulu basan anne modeli başka bir postun konusu olsun... 11 yıllık öğrencilik hayatında ne Teşekkür, ne Takdir alamayan Gadee ise bir başka postun...

Unutamadığım 3. hatıram ise resmen Dram! Bildiğin Trajedi! Özay hoca sınıfta çeşitli periyotlarla külotlu çorabını değiştirirdi. Resmen eteğinin altından eskisini çıkartıp, yenisini giyerdi. O sırada kukubarası, donu, ne bileyim ben bir yerleri görünürdü resmen yahu! Sapkınlık derecesine varan bir çeşit cinsel tatmin mi yaşıyordu? Kötten, kukudan anlamıyoruz zannettiği için mi yapıyordu? Bugün, bu yaşa geldim hala çözemedim o külotlu çorapların sırrını? Belki de dönemin meşhur reklâmı; "müjde müjde size, parizyenden müjde size" etkisinde kalmıştır, bilemiyorum...

O bunları yaparken, ya biz? Ulan 10-11 yaşında erkek çocukları olarak ilk gördüğümüz çıplak bacak kıllı ve sarkmış öğretmen bacağı düşünebiliyor musun sevgili blog? Mına koyum dengem bozuldu yine! Bi yol google görsellerden Soraia Chavez aratayım da, neşem yerine gelsin. Hadi ben kaçtım...

7 Kasım 2008 Cuma

Rest in Peace Gadee'm!


Şu fani dünyada mahlası "Gadee" olan 3 kişi var. İkisi Hacıgil, biri Sefergil'den.

Hacıgil'den olan ikisi çok şükür sağ salim hayattalar. Sefergil’den olanın hikâyesi biraz karışık, hatta korku filmi formatında. Kendisi öldüğü için gömüldü, buraya kadar her şey normal. Yanlız ölümün normal komplikasyonlar neticesinde değil de, gelini tarafından işlenen bir cinayet neticesinde olduğunu düşünen eş, dost, akraba polisi harekete geçirmiş. Mezarı açılan Gadee'nin kafatası adli incelemeye tabi tutulmak üzere ilgili kuruma götürülmüş.

Gelin, cinayet, kafatası, adli tıp... Sabah sabah böyle neşeli haberler almaya bayılıyorum."Sonumuz benzemesin lan bari" diyerek bu postu bitiriyorum sevgili blog.

21 Eylül 2008 Pazar

Roselyn Sanchez

Roselyn Sanchez
1973, Puerto Rico

2-3 senede bir Dünya Güzeli çıkaran Porto Riko'dan, böylesi sinema insanlarının devamını bekliyoruz!..

20 Eylül 2008 Cumartesi

Brezilya Sineması… Bir Puzzle'ın parçaları...


Brezilya bizler için; Futbolun, Rio Karnavalı’nın ve güzel kalçalı kızların, kısacası eğlencenin ülkesidir. Tenekeden evlerde yaşayan Favela halkı içinse durum bize görünenden oldukça farklı elbette. Suç, hırsızlık, uyuşturucu, şiddet ve ölüm mangaları…1981 tarihli "Hector Babenco" filmi “Pixote”, Brezilya maceramın başlangıcı sayılır benim için. Büyük çoğunluğu amatör oyuncularla çekilen film, Sao Paulo sokaklarında her gün yaşanan şiddeti son derece yalın bir biçimde gözler önüne seriyordu. Filmde fakir bir mahallede yaşam savaşı veren Pixote’yi canlandıran ve gerçekte hayatta da fakir bir çocuk olarak hayatını sürdüren “Fernando Ramos da Silva” film bittikten sonra oldukça ironik biçimde polis tarafından bilinmeyen bir nedenle vurularak öldürülmüştür…

Ne kadar can sıkıcı gözükse de polis tarafından öldürülmek Brezilya sokaklarında sıradan bir olaydır. Ne kadar sıradan bir olay olduğunu görmemi sağlayan ise "José Padilha" tarafından 2002 yılında çekilen belgesel film “Ônibus 174” oldu. Rio de Janerio’da bilinmeyen(!) bir nedenle 174 numaralı otobüsü kaçıran “Sandro do Nascimento” olayı TV başında canlı olarak izleyen binlerce insanın gözleri önünde yakalanıp polis aracına bindirildikten sonra boğularak öldürüldü. Daha açık söylemek gerekirse infaz edildi… Peki, Sandro neden kaçırmıştı 174 numaralı otobüsü? 90 yıllardan güzümüze kadar binlerce sokak çocuğunu öldüren ve bilinmeyen yerlere gömen Ölüm Mangaları hareketi, "Candelaria Katliamı’nda" arkadaşlarını öldürülmüş, bir gün sıranın kendisine geleceğini bildiğinden olayı bütün dünyaya duyurmak istemişti. Kimse, Sandro’nun dikkat çekmek istediği katliamları görmediği gibi canından da oldu…


Adaleti kendince yorumlayan ve ceza müessesesini kendi yürütmeye çalışan insanların görmezden geldiği şey insanların dünyaya suçlu olarak gelmediği, içinde bulundukları sosyo-kültürel ortamın onları suça teşvik ettiğidir. Sosyal psikolojinin bu konu üzerinde yaptığı araştırmalarda bunu açıkca ortaya koymaktadır. Yani suç işleyen insanlar rehabilite edilebilirler, topluma kazandırılabilirler. Oysaki kimilerine göre kangren olan organ kesilmez ise vücudun tamamına yayılacak ve ölüm kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle toplumsal bir temizlik şarttır. Yani insanları ya hapishanelere tıkacaksınız, ya da en basiti öldüreceksiniz.İşte alttaki iki filmin çıkış noktası bu oldu.2003 yılında "José Henrique Fonseca" tarafından çekilen “Homem do Ano, O” ise Ölüm Mangaları denen oluşumun nasıl ortaya çıktığını ve halk tarafından neden desteklendiğini anlamamı sağlayan filmdir. Filmin kahramanı “Máiquel” istemeden işlediği bir cinayetin ardından zenginlerin mali desteğini arkasına alarak sokaklarda yaşayan tehlikeli insanları öldüren bir gurubun başı olur. Polis olayların içindedir ve Máiquel’in ölüm mangasını desteklemektedir. Film Brezilya’da yaşanan gerçeklerin beyaz perdeye birebir aktarımıdır.

Hector Babenco 2003 yılında çektiği ve “Carandiru Katliamı” olarak bilinen gerçek bir olaydan esinlendiği “Carandiru” filminde ise Brezilya hapishanelerinde yaşananlara dikkat çekti. Mahkûmlar arasında yaşanan ufak bir sürtüşmenin akabinde çıkan isyan neticesinde olay yerine gelen polis, isyanı sonlandıran ve silahlarını atıp beyaz bayrak gösteren mahkûmlardan 111 tanesini öldürdü. Bu ölümler mecburiyetten yapılan bir baskın neticesinde değil bilinçli olarak yapılan bir cinayetin ürünüdür. Bu gün bütün o ölümleri cinayet olarak adlandırıp, olaya katliam denmesinin sebebi hapishane çalışanlarından "Drazio Varella’nın" olay sonrası hatıralarını kaleme aldığı "Carandiru İstasyonu" isimli kitapta anlattıklarıdır. Film bu kitabın sinema uyarlamasıdır zaten.

"Fernando Meirelles" imzası taşıyan “Cidade de Deus” hiç şüphesiz bu filmler içinde genel izleyiciye en fazla ulaşmış olanıdır. Tanrıkent olarak bilinen silahların, çetelerin, uyuşturucunun ve şiddetin kol gezdiği mahallelerde büyüyen gençlerin şok edici hikâyesini muhteşem bir kurgu ile ağzımız açık izlemiştik.

Bütün bu filmler birbirinden bağımsız gibi gözükse de tek parçası eksik bir puzzle’ın tamamıdır aslında. Eksik parça olayların polis gözünden anlatıldığı parçaydı hiç şüphesiz. Ve puzzle tamamlandı; Tropa de Elite…

Tropa de Elite kirlenmiş polislere ve sokaktaki çetelere savaş açan çok özel bir polis biriminin yaşadıklarını anlatıyor. Bu birim özel eğitimler alıyor ve suçlu olarak gördükleri herkesi öldürme hakkına sahipler. Karşılarında ki polis bile olsa…Filmi ilginç kılan hiç şüphesiz bütün bu filmlerin aksine olaya başka bir açıdan, polislerin gözünden bakıyor oluşu. Bu aktarım elbette ki yaşananları haklı çıkarma amaçlı değil, olayların temel nedenine daha sağlıklı bakılabilmesi amaçlıdır.

Sinema bir toplumun negatif değerlerini pozitif anlamda değiştirme kabiliyetine sahip hiç şüphesiz.Brezilya'da yaşayan sinema insanlarıda bu bilinçle birbirinden değerli filmler çekiyorlar.Bu nedenle puzzle tamamlanmış olsa bile söyleyecek sözleri olduğu müddetçe yeni filmler çekmeye,içinde bulundukları topluma mesaj vermeye devam edeceklerdir... Hepsine saygılarımı yolluyorum...

Soraia Chaves

Soraia Chaves
1982, Portugal

Boktan bir Portekiz filminin içindeki en güzel şey, her kıvrımını cömertçe sergileyen bu tanrıçadır.

Sukiyaki Western Django

Kafadan çatlak Japon yönetmenin biri,İngilizce konuşan Japon oyuncularla film çekerse ne olur? İrezumi dövmeli,Katana'lı,Küpe ve Piercing'li kovboylar,Japon mimarisine göre dizayn edilmiş bir kovboy kasabası ve bir dünya ilginç izlenesi detay çıkar elbette...


Filmin tanıdık gelebilecek bir başlangıçı var.Usta yönetmen Akira Kurosawa'nın 1961 tarihli Yojimbo'su (Seibei-Ushitora çeteleri) ve yine usta yönetmen Sergio Leone'nin Yojimbo'nun senaryosundan ilham alarak Western'e uyarladığı Per un pugno di dollari'si (Rojos-Baxter çeteleri) gibi, gezgin Samurai-Kovboy'umuz yeni bir kasabaya gelir ve kasaba iki çete tarafından bölünmüştür.Bu iki çete arasında kalan halk acılar çekmektedir,vesaire.Tabii anti-kahramanlar taraf tutmaz kendi hesabına çalışır... Ayrıca filmin Western'in kült eserlerinden Django örmek alınarak çekildiğini de belirtmekte fayda var.Django'yu izlemediğim için bu konu üzerine yorum yazamayacağım .

Konu anlamında bu iki büyük film ile tamamen aynı olmadığını ama çeşitli göndermeler ve alıntılar yapıldığını(kendi gözlemimdir)belirttikten sonra kısaca filmimizin konusunu anlatmaya çalışayım;Yazının başında kısaca değindiğim gibi gezgin Kovboy'umuzun yolu yeni bir kasabaya düşer,kasaba Heiki ve Genji adlı iki çete tarafından parsellenmiş,yerel halkın bir kısmı öldürülmüş kalanlar ise gördükleri zulüm karşısında yaşadıkları çaresizlik nedeniyle göç etme kararı almıştır.Hikaye'nin başlangıçı ise 2 ay önce altın bulma umuduyla kasabaya gelen altın avcıları ile başlar.(bkz:Golden Rush) Yerel halk "bu topraklarda altın yok bilader dağalın, bakın laneti harekete geçireceksiniz yapmayın" deselerde bir türlü ikna edemezler gözü zengin olma hırsıyla dönmüş altın avcılarını.Ne yapacaklarını kara kara düşündükleri bir sırada Heiki çetesi gelir kasabaya.Başta mutlu bile olurlar gelmelerinden,gelenler kendi soylarındandır ve onları Tanrı kendilerine yardımcı olmaları için yollamıştır.Altın avcılarını kovmuş kasabada hüküm süren kaosa görünürde nokta koymuşlardır fakat göründükleri gibi olmadıkları kısa süre sonra ortaya çıkar.Heiki çetesinin göründüğü gibi olmadı işledikleri cinayetler ve halka yaşattıkları zulümle ortaya henüz çıkmışken,beterin beteri var dedirtircesine Genji'ler de kasabaya gelir.Bu iki çete henüz ciddi anlamda bir savaşa başlamasada iki çeteden diğerini yenebilecek kadar gücü ilk elde eden büyük bir savaş başlatacaktır.Bu sırada cool kovboyumuz kasabaya adımını atar...

Bozuk para harcar gibi film çeken ama çektiği hemen her filme büyük hayranlık beslediğim Takashi Miike üstadın son filmi Sukiyaki Western Django.Miike külliyatını yalayıp,yutan bünyeler yine kan banyosu izleyeceklerini düşünüyor olabilirler bu anlamda beklentilerini düşük tutsunlar.Gerçi Miike üstad kendisi ile özdeşleşmiş olan grotesk şiddet anlayışından yer yer kesitler sunsada, bir Koroshiya 1 yada Bijitâ Q izleyemeyecekleri kesin.Yönetmenlik becerisi anlamında ise en iyi filmini çekmiş diyebiliriz.O kadar güzel ayrıntılar vardı ki filmde çekildikten uzun yıllar sonra bu filmin kült mertebesine erişeceğini düşünüyorum.Şuan için kimi çevreler tarafından saçma bulunması ise gayet normal.Takashi üstadın sıkı hayranı olan ve bu filmin çekilmesi için uzun uğraşlar veren Quentin Tarantino filme oyuncu kadrosundan giriş yapmış.Açılış sekansında tiyatro sahnesini andıran bir planda efsanenin başlangıçını dinliyoruz Ringo'nun ağzından ve filmin sonlarına doğru kendisi ucubeye dönüşmüş halde görüyoruz birkez daha.Filmde çok kısa bir bölümün animasyon tekniği ile çekildiğini söyledikten sonra inceden kaçıyorum..

5 Haziran 2008 Perşembe

Rest in Peace!

Büyük Türk tefecisi "Banker Kastelli" intihar etmek suretiyle hayata gözlerini yummuştur. Kendisi, çocuğu para isteyince; “Banker Kastelli’miyim lan ben?” diyen babalara ilham kaynağı olmuş yüce bir insandır hiç şüphesiz.

Merhuma Allah’tan rahmet, ardında bıraktığı biz hayranlarına ise sabır diliyorum(!)

25 Mayıs 2008 Pazar

The Battle of Blue Jean Magazine

Şlik şlak..!
Sene 95. İlk kez Türkçe bir albüme para verip alıyorum Tuzluçayır'ın 2 metre karelik kasetçi dükkânından. Evvelden Dr. Alban dinlemişiz lakin onunda "No Kokain" den başka dediği hiç bir haltı anlamıyoruz. Türkçe’sini ilk defa bulmuşuz yani.2–3 ay geçiyor hayatımda ilk kez konsere gidiyorum. Ülkücü camia albümdeki liriklerden mütevellit bir sahiplenme tribine girmiş. Konser öncesi İstiklal Marşı'nı okuyorlar.

Topluluk galeyana geliyor; "Nerede kaldı lan bunlar?" Sahnede 10–15 tane polis geziyor ve bir anda müzik başlıyor. Polis üniforması giymiş Cartel elemanları başlıyor; "Cartel 1 numara en büyük. Cehennemden çıkan çılgın Türk!" Ortalık toz duman... Gruba hava katsın diye bir zenci, birde Alman almışlar. Onların yabancı dilde söylediği bölümler bile yamuk-yumuk da olsa ezberlenmiş... Atmosfer şahane yani; Al sana Karakan hesabı...



Aaaaanatolia! Aaaaanatolia!

Metallica diye bir şey dinliyor bizim çocuklar. Yıkanmaktan siyah demeye bin şahit T-Shirt'lerinde hep bu adamların isimleri yazılı. Merak ediyorum haliyle, ne sikimdir bunlar. Elemanın biri boş kasete çekmiş getirmiş; "Sende dinle abi çok feci".Eyvallah diyip eve götürüyorum ama çok gürültülü amına koyum ya!

Gel zaman git zaman giyilemez durumdaki Metallica T-Shirt'leri emekli oluyor. Yepis yeni Pentagram'lar var artık. Önce Davut peygamberin yıldızı sanıyorum resimdeki motifi. Sonradan öğreniyorum "Satanist" diye bir şey varmış. Taşşak geçiyorum hepsiye; "Deli mi sikti lan, Şeytan'a tapılır mı mallar".Geçen gelen tekrar geliyor; "Sende dinle abi çok feci".Kaseti alıp “Geçen getirdiğinden ne hayır gördüm lan” diyorum ama alıyorum yinede.1–2 ay odamda duruyor. Çok sıkıldığım bir gün kasetçalara takıp dinliyorum. Güzelmiş lan…

Ne gerek vardı da bu kadar şey yazdım. Geçen elime bir Blue Jean dergisi geçti. Heyecanla en arka sayfaya baktım. Hani şu panomsu yer. Ulan, yıllar Türk gençliğinden çok az şey götürmüş amına goyum ha. Eskiden Michael Jackson ve Iron Maiden’ı bir arada seven insanlar vardı. Şimdikiler Eminem ve Hayko Cepkin seviyorlar aynı anda.

Birde her türün çok sıkı fanatikleri vardı dergide; “Rap’ci özentiler bana mesaj atmasın lütfen” gibi… O zamanlar çok dalaşırdı Pentagram ve Cartel dinleyenler.

Punch Line: Blue Jean savaşları bitmesin!

15 Mayıs 2008 Perşembe

Ev Hali!


Bizde yalan yok! Evde kimse yoksa, en azından kız arkadaşımdan başka kimse yoksa bu kıvamda takılıyorum. Aynaya bakıp; "are you talking to me, huh?" diyorum, gerekirse burnumu da karıştırıyorum. Şarkı falanda söylüyorum, müzik açıp anadan üryan dans ettiğimde görülmüş şeydir!

Japanese Bug Fights

Japonlar harbiden garip bir ırk. Saygı denen hadisenin bokunu çıkartırlar, yerlerde sürünürler. Melek gibi insanız, kimseye zararımız yok ayakları çekerler ama manyaklığın dozajı konusunda açık ara birincidirler. Bu ne yaman çelişki anne?

Ben Japon milleti kadar sapkınlığa meyilli bir ırk görmedim bilader. Harakiri-Kamikaze hep bu hastalıklı zihnin eseridir. Yanlış yapan Yakuza'nın diyet olarak serçe parmağını kesmesi de öyle. Sexuel anlamda ise Lût Kavmi'ni sollayacak kapasiteye sahipler maşallah. Dünyanın gördüğü en Gore filmler bu adamlardan çıkar, izlediğim en acayip TV şovları da...

Son manyaklıkları; "Japon Böcek Dövüşleri"

9 Mayıs 2008 Cuma

Souperman


Topu,topu 5 saat yol gidicem ortalığı ayağa kaldırdım.Eskiden yoktu böyle acayip huylarım yeni,yeni türemeye başladı.Neyse...
Abim "rahathat" diye bir dalga var onunla git çok rahat dedi.Bende ona uyup aldım,almaz olaydım.Otobüsün içi sirk alanı gibiydi,ilginç meziyetleri olan insanlar topluluğu...

Otobüse binip tekli koltuğuma oturdum Leman'ı açtım okuyorum, anons yapıldı; "Otobüste cep telefonu ile konuşmak serbest,wireless internet hizmetimiz var" Anonsun kaydı esnasında sex yaptığını düşündüğüm(o ses başka türlü çıkamaz bir kadından) hatunun konuşması bitmeden telefonlar efendime söyleyeyim diz üstü bilgisayarlar havada uçuşmaya başladı.Sanki kodumun memleketinde herkes multimedia ortamlarında iş bağlıyor.Millet nasıl bir havaya girmiş. Ulan yediğin halt belli MSN'de hava atıyorsun arkadaşlarına; "@otobüste" hesabı... Arkamda oturan kızın erkek arkadaşı başka bir alem, sevgilisine hesap soruyor telefonla. Ulan göt sevgilini otobüste sikicek halimiz yok, sikersek de kurtaramazsın zaten. Neyin mücadelesini veriyorsun?

Mola bambaşka ilginçliklere sahne oldu.Vallahi başkası söylese kesin inanmazdım lakin kendi gözlerimin bana yalan gösterme olasılığı yok.Amcanın biri 3 tane çorba almış,sırayla içiyor hepsinden.Ne kullanıyorsun lan sen nasıl bir triptesin? Jimlastik yapan teyzenin ondan aşşağıya kalır yanı yok.Mola'da çiş yaparsın,yemek yersin,çay ve sigara en fazla.Jimlastik yapmak nereden aklına geldi lan?

Milletçe çıldırıyoruz başka bir açıklaması olamaz gördüklerimin.

5 Mayıs 2008 Pazartesi

What the FUCK is this ?!

1001 türlüsünü gördüm,böylesini görmedim! Saygılarımı yolluyorum(!)

30 Nisan 2008 Çarşamba

Open Up!


Sevgili Blog sinirlenip, sinirlenip "ha siktir lan kapıyorum" dediğimin farkındayım, gerekirse özürde dilerim senden. Umuyorum bu sefer daha uzun bir birliktelik yaşayacağız...

Geçen açılışların hepsi kanlı fotoğraflarla olmuştu. Bu sefer değişiklik olsun Havai Fişek'lerle açayım dedim, ne alakaysa artık?